9 Ağustos 2011 Salı

Ramazan'ın ilk günü. Yazlık bir beldedeyiz. Ege taraflarında bir kasabanın/köyün yazlıkçılar kısmındayız. İlk günü, sıcaklarla boğuşarak, oflayıp püfleyerek geçirdik. İftar vakti gelip çattığında eskiden kalma bir gelenek olan Ramazan topunun patladığını duyuyoruz, seviniyoruz. Küçük bir kasabada olduğumuz için daha yakından duyup, hissediyoruz topun patlama sesini. Biz yemek yemeye koyulurken henüz iki yaşına girmek üzere olan kızım çığlıklarla ağlamaya başlıyor. Oda nesi kızım Ramazan topundan korkmuş. Ben de ona bunun Ramazan topu olduğunu, iftarımızı açmak için bir işaret olduğunu ve korkulacak bir şey olmadığını uzun uzun anlatıyorum. Sonra kafama balyoz gibi iniyor, bir çorba ile yemeğimi bitiriyorum.
Kızım bu sesten çok korktu. Halbuki bu ses okadar da yakından gelmemişti, kimseye bir zarar vermemişti. Benim kızım Ramazan topundan bu kadar korkuyor ise, her gece tam da tepelerine inen bombalardan, o yavrular kim bilir nasıl korkuyordur.
Düşünüyorum ilk defa bu şekilde. Belki yan apartmanına, belki de tam tepene atılan bombalar var. Aniden geliveriyor, o nasıl bir sestir kim bilir, nasıl bir korkudur. Herhalde ilk etapta zarar tespiti yaparsın kime ne oldu, yavrum iyimi, eşim iyi mi, ben iyi miyim?O bebeklerin, o çocukların halini nasıldır kim bilir? Ne kadar çok korkmuştur, ne kadar çok ağlıyordur? O anne nasıl teselli eder yavrusunu? O gözü gibi baktığı, her kötülükten, her zarardan sakındığı yavrusunu nasıl teselli edecek? 
Tabi yavrusu sağ kalmışsa, kendisi sağ kalmışsa.
Düşünüyorum, aklım almıyor. Eğer benim başıma gelmiş olsaydı, nasıl başa çıkabileceğimi bilemiyorum. Bosna'da, Çeçenistan'da, Filistin'de anneler nasıl başa çıktı bilemiyorum....

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder